Ahıska - Kazak Kardeşliği

  • Bir milletin millet olması için ne gerekiyor? Vatan, bayrak, din, örf-âdet ve tabii ki en önemlisi dil.

    AŞILMAYAN ZORLUK YOK!

    Bir milletin millet olması için ne gerekiyor? Vatan, bayrak, din, örf-âdet ve tabii ki en önemlisi dil.

    Bir halk ana yurdundan, vatanından koparıp sürgün edilebilir, akıl almaz zorluklarla baş başa bırakılabilir, ama bütün bunlara rağmen insanlar kendi inancından, din ve dilinden vazgeçmediyse, onları koruyabildiyse işte o zaman halk halktır, bir birliktir, nesilden nesile öz-beöz kendi dilinde konuşacaktır.

    Ahıska Türklerinin dramını kaleme almakta hiç yorulmayacağız. Zira bu bizim geçmişimiz ve acı gerçeğimizdir. Geçmişimizi bilmezsek, geleceğimizi göremeyiz hatta bir adım yol alamayız.

    Ahıska Türkleri, tarihte görülmemiş bir uygulamayla, yurtlarından, yuvalarından koparılmış insanlardır. 1944 yılının soğuk bir Kasım gecesinde bin bir eziyetle, hayvan vagonlarıyla Orta Asya steplerine sürülmüşlerdir. Kendi vatanlarından, perişan bir halde, bilinmeyen yerlere gönderilen bu halk, halen kendi kültürünü yaşatmakta ve kimliğini korumaktadır. Çok zor şartlar altında da olsa hayatlarını bugüne kadar devam ettirdiler. Türk örf, âdet ve an'anelerini, dillerini kaybetmeden bugünlere kadar getirmişlerdir. Ahıskalıların evlerinde tam bir Anadolu kültürü yaşanır. Müslümanlığa da sıkı sıkıya bağlıdırlar.

     Ama hiç düşündünüz mü dünyanın dört ucuna dağıtılarak nasıl oldu da bugün kendi dilimizde konuşuyor, kendi âdetlerimizle yaşayabiliyoruz? Bunu neye, kime borçluyuz? Evet, büyüklerimize, nine-dedelerimize borçluyuz. İşte bugün büyüklerimizin bizim için yaptıklarını hatırlatıp kendilerine bir defa daha teşekkür etmek istiyorum.

    1944 sürgün yılı...

    Perişan ve aç susuz bir hâlde son istasyona getirildiler. Korkudan, belirsizlikten akılları durmuş vaziyetteydi. Her kafada, "Ne yiyeceğiz, ne içeceğiz, nerede kalacağız, hayata nasıl devam edeceğiz?" gibi sorular çınlıyordu. İşte şimdi son, devamı yok derken ümit etmedikleri, düşünmedikleri yerden bir ışık geliyor. Bu ışık, Orta Asya'nın yerli  halkından geliyor.

    Ahıskalılar yerli halkla iç içe yaşamaya mecbur kaldılar. O zor yıllarda, geldikleri yerlerde, yerli halkın yardımıyla hayatta kalmayı başardılar. Bu yardımları dile getirmek, anlatmak, ayrıca kaleme alınacak bir husustur. Ahıska Türkleri, bugüne kadar kötü gününde el uzatan herkese minnettardır.

    Biz bu yazıda Kazaklardan bahsedeceğiz. Tabii o zamanın insanları günümüzdekilere benzemez, farklı nesiller, farklı düşünceler... Demek istediğim şu ki yerli halkın yardımıyla yok olmamak, hayata devam edebildik. İlk önce de bu anlaşmayla başladı.

    Her ne kadar dillerimiz benzese de ilk zamanlar anlaşmak zordu. Bakalım büyüklerimiz bunu nasıl anlatıyorlar: "Dil meselesini desax eger, bizim ixdiyarlar Qazaxca heç bilmiyerdiler, ağnamiyerdiler. Usul usuldan, işmarinen, ele bele oninen ögrendux." Diyordu Sefer dede. Herkes böyle söylüyordu.

    Südret nine de şöyle anlatıyor o günleri: "Şimdi onnar bizim dilimizi ağanmiyer, biz onnarın dillerini ağanmiyerux. Öġrene öġrene, bir gün, iki gün, bir hafda bişeler öġrendux. Onnar da baş'a baş diyer, ayaġa ayax, qol'a qol diyerdi, saç'a saç... Gel yerine kel, get yerine ket, su'ya su, etmek'e nan diyerdiler. Onnarın dilinde çox söz bizimkiyle benziyerdi. Onuçün de çabux ögrendux... Qazaxlar diyerdi ki, "Sen Qazahşasını bizden caksı kaydan bılesın?" (Sen Kazakçayı bizden daha iyi nerden biliyorsun?).

    Ziya dede anlatıyor: "Qızımcan, biz ki buraya geldux, Urusça bilmiyerux. Onnar Qazaxça söyliyer, biz gendi Türkçemizinen qonuşiyerux. Qazaxcayi iki gün içinde ögrendux. O da bizim dildür, uzax degül. Biz ki, su diyerux, o da su diyer... Biz diyerux etmek, onnar diyer nan, bizim Türk dilinde nan da deyiliyer etmege. Yani çox farq yoxtur. Otur otır, dur tur'dur."

    Ganime nine anlatıyor: "Burada biz yedi dinin içindeydux, gene gendi dinimizi saxladux. Bize bir Türk mollası gelmişdi, dedi ki, siz bizden de eysiz. Din içinde din saxlıyersiz. Gendi dilimizi nasil unudax qadan alem? Biz de Qazax'a gelduxca úandurıyersin. evde gendi dilimizde söyliyerux. Gendi gendimize Qazaxca, Urusça ögrendux. Her işi de qabullendux. Gendi dinimizi tutdux, gendi yemegimizi yedux."

    Bu konuda kendi çocukluğumda yaşadığım hatıralar da var. Okulda olsun, sokakta oldun, arkadaşlarla hep Rusça veya Kazakça konuşurduk. Fakat evimize girer girmez Türkçe şarttı.

    Suliyev Heyrullah Seyfioğlu da böyle anlatıyor: "Biz geldux Qazağınen Qazaxca söyliyerux, Urusinen Urusça, Uyğurinen Uyğurca... Ama eve gelende Türkçe söyliyerux..."

    Nida dede diyor ki: "Biz burada her dilde qonuşiyerux qızımcan. İlk gelende bilmiyerdux, ama sora Qazaxca da söyliyerdux, gendi dilimizde de söyliyerdux, Urusca da ögrendux. Qazaxstan'da her millet var... Hepisini ögrendux. Bizim millet bizim dili yitürmedi, yütürmedi. Qazaxcayi da temüz ögrendux. Aşındi hep çocuxlar Urusca da söyliyer Qazaxca da..."

    Böylece kaynaştılar, birbirlerinin dilinden ve hayat tarzlarından alış veriş yaptılar. Günümüzde Ahıskalılardan hemen hemen herkes Kazakça, Rusça bilmektedir. Kazak komşuyla Kazakça, Rus komşuyla Rusça konuşmaktadırlar.

    Bu hususta Südret nenemiz de güzel bir örnektir. Kazakçayı öz dili gibi biliyor ve konuşuyor. Türkçeden sonra ikinci dili Kazakça, sonra Rusça... Evine gelen herkesle kendi diliyle konuşuyor, hep güler yüzle. Zamanında Südret neneyle röportaj yaptığımda bana çok şey Kazakça anlatmıştı. İşte anlattıklarından bir parça.

    Südret neneyi dinliyoruz: "Biz ki 1944'de buraya geldux, ben on iki yaşındaydım. Qazaxlar bizlere çox hörmet etdiler. Tanımasax da meger dilimiz bir. Bunnar çox cömert şennigimiş. Bir tabaxdan bizlere böldiler, birer kırıx etmek de olsa bizlere bölüp verdiler. Bunnar çox yaxşı, cömert millet... Onnarın içinde gezdux, Qazahstan'da bir kötlux görmedux. Şimdi ben sana Qazaxca qonuşacam: Men Qazaxdın ışınde östım. Menın şeşem, körşımız bar edı, askere ketken, Kabliya degen markım, ogan tapsırdı. O jiyirma adamnın bastıgı bolgan ola degen Kabliya mına qızım sagan amanat, ayttı. Odan keyyın men Qazaxlarnan bırge cumus ıstedım. Köp enbegimi olar axtadı. Enbegim cogalgan jok. Bır köşede otırganımızga altpısbır jıl boldı. Kudayga şükür yeriminen cakşımın, toy-tomalagımı ılgi özımı çakıradı özımde çakıram, körmetteydı bular. 1954 jılı Nursultan'ın markım akesımen bırge cumus isteydım.

    Kolımızda bırge tamak ışıp bırge jurdık. Kudaydan keyyin Nursultan degen balamız, baurımız, Kudayu tala sonı saktasın. Sondan keyyin elımızdı saktasın, bala şagımız aman bolsın. Jerımız, jurtumuz aman bolsın. Balası akesı sıyaktı, bır kısıge karşı bolgan jok. Jokşılıkta tamak berdı kolından kelgenı, bır kısını rencinken jok, enbegını jogaltkan jok. Odan keyyin mıne, Kudayga şükür, balası da süytıp kele jatır. Kuday, Kudaydan keyyin bul balasın arkasımen Qazaxstan'da kança baska nasınal bolsa da berlıġını bırge kurmetteyt, bırge pensiya berıp, bırge jer berıp, bırge kurmetteydı.

    Sonduktan men köp-köp akısıne de, şeşesıne de Kuday iman bersın, tugan-tuskandarına da Kuday ömür bersın. Bala şagımız aga amanat bolsın. Elımızge, curtımızga tınştık ber. Bütkül memleket aman bolsın. Işınde bızdın balalarımız, özımız aman bolayık. Özımız rizamız ösı künge bırge kelatırmız. Elimizde tınıçtık, aspanımız açık bolsın, dastarhanımız tok bolsın. Özim Kazahstan'ı da jaksı körem Türkiyamı da jaksı körem. Berlıgı aman bolsın. Odan keyyin tagı da köp angemeler bar yendı nedeyın aytayım? Kuday barını kabul alsın, jaksılık bersın".

    Türkçesi:

    Ben Kazaklarla beraber büyüdüm. Bizim bir komşumuz vardı, o yirmi adamın başçısıydı, askere gidende, Kabliya diye birisi vardı, beni ona verdi. Dedi ki işte Kabliya bu kızım sana emanettir. Ondan sonra ben Kazaklarla birlikte çalıştım. Çok emeğim olmuştu. Emeğim boşuna gitmedi. Altmış bir yıl oldu aynı sokakta oturuyoruz. Allah'a şükür yerimiz iyi, toy, bayramlarda bana saygı gösterip davet ediyorlar, bende onları davetsiz bırakmıyorum, çok saygılıdırlar. 1954 yılında Nursultan'nın[1] babasıyla birlikte çalışmıştım. Hep birlikte yemek yiyorduk, hep birlikte olduk. Allah'tan sonra Nursultan diye oğlumuz, kardeşimiz var. Allahu Taala onu saklasın. Ondan sonra milletimizi korusun, çocuklarımız hep iyi olsun, yerimiz, toprağımız iyi olsun.

    Oğlu da babası gibi kimseye karşı olmadı. Yoksullukta elinden geleni yaptı, herkese hak ettiğini verdi. Ondan sonra işte oğlu da bu yolda devam ediyor. Önce Allah, sonra da bu oğlunun sayesinde. Kazakistan'da ne kadar millet varsa, hepsine karşı aynı davranıyor, herkese emeklilik maaşı ve toprak veriyor.

    Bundan dolayı ben en çok babasına, anasına, akrabalarına Allah'tan uzun ömür diliyorum. Bütün devlet iyi olsun, içinde de bizim oğluşağımız, kendimiz de iyi olalım. Bu dilekle bu günlere birlikte geliyoruz. Topraklarımız savaşsız, göğümüz açık, soframız bol olsun. Kendim Kazakistan'ı da Türkiye'yi de çok seviyorum. Hepimiz iyi olalım. Diyecek daha çok şey var, ama hangisini söyliyeyim ki? Allah hepsini kabul etsin, iyilik versin.[2]

    Dilegim de gene odur ki Allahu Taala gene nasip etsin kendi yerlerimizi, Türkiyemizi sağ selâmetle görelim, herkesle beraber. Orada sizi Allah saklasın, bizleri de burada Allah saklasın."

     

    Görüyorsunuz, büyüklerimiz hem kendi dilini unutmadılar hem de başka dilleri öğrendiler. Hayat şartları bunları gerektiriyordu. Günümüzde her ihtiyarımız en az üç dil bilmektedir. Okuma fırsatları olsaydı eğer, çok güzel yerlere gelebilirlerdi. Belki Kazakça, Rusça bilim adamları olup kitaplar yazabilirlerdi. Ama nasip olmadı, kimisi üç kimisi dört sınıf eğitimle kaldılar. Artık bunun telafisini biz, gençler yapmalıyız. Elimizde bütün fırsatlar var. Doğuştan her birimiz iki üç dil öğrenmişiz. İleride ister kariyerimizde ister özel hayatımızda bu bilgileri kullanmalıyız. Dedelerimizi ve ninelerimizi örnek almalıyız.

    Kaynak: www.ahiska.org.tr

    [1] Nursultan Nazarbayev-Kazakistan Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı (2005).

    [2] Kazakçadan Türkçeye tarafımca çevirilmiştir

Yorumlar

0 yorum

Köşe Yazısı

Ahıska ve Ahıska Türkleri ile ilgili siz de makale yazın, yayınlayalım.
Yeni Makale Yaz