Şebinkarahisarlı Siyaset Bilimci Yunus Murat Güztoklusu Yazdı
AHISKA’NIN ÖYKÜSÜ VE SON DURUMU
- Y.MURAT GÜZTOKLUSU -
ARDAHAN’DAN AHISKA’YA
20 Temmuz 2015 Pazartesi sabahı geceyi geçirdiğimiz Ardahan’dan otobüsle Türkgözü sınır kapısına yöneldik. Güzergah üzerinde Hanak-Damal-Posof ilçelerinin görkemli doğal güzelliklerini içimize sindirerek ilerlerken şehit edebiyatçımız Haraklı Ümit Kaftancıoğlu’nun coğrafyamızın bu köşelerini Türk Edebiyatı’na adeta nakşeden masalımsı öykülerini bir bir aklımdan geçiriyordum. Özellikle Hamak-Posof arasındaki ULGAR DAĞI’nın yaz ortasında aşarken onun kış ortasında kar yığınları arasında buradan geçmeye çalışan köylülerin zorlu savaşımını anlatan öyküsü gözümde canlanıyordu.
Sınıra 14 km mesafedeki giriş tabelasında 2000 nüfus yazan Posof ilçesi yemyeşil bir yüleci dogal güzelliği içinde ihmal edilmişliğin, unutulmuşluğun ve geri bıraktırılmışlığın hazin sonuçlarını yaşıyordu. İlçede gözümüze çarpan bir otel ve ilçenin adıyla üretilen bir kaşar peyniri markası buranın geleceği ile ilgili turizm ve hayvancılık açısından umut verici işaretler olmasını dileyerek Türkgözü köyü yolundaki sınır kapısına gelerek Gürcistan tarafına geçtik.
AHISKA BİR GÜL İDİ
Gürcitan içindeki ilk durağımız sınırdan 17 km içerideki Gürcülerin Ahalseke (Yeni Kale) dedikleri tarihsel Ahıska kentiydi. 1828-29 Osmanlı Rus Savaşı sırasında Rusların eline geçen kent için bir halk ozanı şu şiiri yazmıştı:
Ahıska bir gül idi gitti
Bir ehl-i dil idi gitti
Söyleyin Sultan Mahmud’a
İstanbul kilidi gitti
Bu şiiri yazan Posoflu Aşık Üzeyir, Posof’un bugün bağlı olduğu Ardahan il merkezine 74 km uzaklıkta iken o zamana dek bağlı olduğu Ahıska ‘ya sadece 17 km uzaklıktadır.
Ahıska’nın bir serhat kalesi olarak kaybının yaratacağı zincirleme felaketleri sezen Posoflu-Ahıskalı ozan Üzeyir’in dönemin Padişahı II.Mahmut’a yönelik bu uyarısının yerindeliği işgali izleyen yüzyıllık gelişmeler doğrulamıştır.
Ahıska’nın Sultan II.Mahmut (1808-1839) döneminde anayurt Anadolu’dan Çarlık Emperyalizmi döneminde koparılışının Üzeyir’in dizeleri dışında kalan bir yadigar da Mahmudiye altınları olmuştur.
Osmanlı döneminde her padişah döneminde o padişahın adıyla anılan (Mecidiye –Hamidiye vd) altın sikkeler basılırdı.Ahıska’da Osmanlı’dan kalan altın paralar Sultan Mahmud’un adıyla anılan Mahmudiye’ler idi.Bu altın paralar sahip olduğu maddi değer yanında Anadolu’ya bağlılığın manevi simgesi olarak özenle saklanır ve kuşaktan kuşağa aktarılırdı.Öyleki bu altınlar başlıklara sarılarak Kahta-leçe adıyla gelin olan kızların başına konulurdu.Yeni kurulan yuvalar bu şekilde adeta kutsanırdı.
Ahıska 1853-56 Kırım Savaşı 1877-8 Osmanlı –Rus Savaşı (93 Harbi),Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında yeniden Anadolu ile bütünleşme olasılıkları gerçeklik kazanamayınca 1921 yılında Yeni Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan Moskova ve Kars Anlaşmaları gereğince Gürcistan Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmıştır.
AHISKALILARIN SÜRGÜNÜ
1944 yılında Ahıska’nın Türk Nüfusu Stalin Rejimi tarafından biçbir ciddi dayanak olmadan hayvan vagonlarına bindirilerek karda kışta Orta Asya bölgelerine sürgün edildi.Bu ağır tehcir koşulları altında nüfuslarının yarıya yakınını kayıp ettiler.
1957’de Kuzey Kafkasya ‘dan sürülen kavimlerin yurtlarına dönüşüne Kruşçev Yönetimi tarafından izin verildiği halde Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri’ne bu izin verilmedi.
Kırım Tatarları Sovyet muhalefeti tarafından desteklenerek seslerini duyurmayı başardılar ve Sovyetler Birliği’nin son yıllarından itibaren Kırım’a dönmeye ve tüm güçlüklere karşın yeniden yerleşmeye başladılar.Stalin’in sürgün kararnamesine göre Terekeme (Karapapak ),Kürt ve Hemşinliler’in karışmasından ve kaynaşmasından oluşan ‘’Ahıska Türkleri’’ veya Sovyet nüfus sayımlarına göre sadece ‘’Türk’’ diye tanımlanan bu topluluk o kadar şanslı olamadı.Yapılan girişimlerde en fazla Azerbeycan’a dek erişebildiler,Gürcistan’a giremediler,Ahıska’ya dek hiç gelemediler.
O kadar talihsizdiler ki 1970’lerde Batı basınına onlarla ilgili sızan haberler bile muamma gibiydi.Haberlere bakılırsa Sovyet Orta Asyası’nda ‘’Mesketler’’adıyla kayıp bir halk bulunmuştu.Durum yavaş yavaş aydınlatıldı .Gürcüler Ahıska’nın beş ilçe (rayon) olarak Türkiye sınırı boyunca yerleştiği dağlık bölgeye Mesketya dediklerinden bu sürgündeki topluluk böylae adlandırılıyor bu adı en çok da kendileri anlamıyor ve yadırgıyorlardı.
AHISKALI MUSTAFA
1995 Mart’ında Ankara’da belediyelerce kurulan bir tanzim satış şirketine ait mağazalara uygun kalite ve fiyatta et tedariki için Genel Müdür olarak Et Balık Kurumu’ndan emekli bir yardımcımla birikte iki haftalığına Kazakistan’a gelmiştim.Almati Büyükelçimiz Mustafa Aşula,Ticaret Ataşemiz Emin Bilgili(daha sonra milletvekili oldu) ve Diyanet Temsilcimiz değerli din bilgini Abdullah Özbey ile tanışıp ülke hakkında bilgiler almıştım.Elçiliğin tavsiyesi ile Ahıskalı şoför Mustafa ile anlaşarak ulaşım rehberlik ve tercümanlık sorunlarımızı bir çırpıda aşıverdik.
Araştırma ve seyahat planımızda Kırgızistan’da vardı .Kırgızistan’ın ilk Ankara Büyükelçisi merhum Tölemiş Okayev bir telefon görüşmemizizn ardından Ayrancı’daki Genel Müdürlüğümüze ziyaretime gelmişti.
Tölemiş Bey gelirken Kırgızlar’ın o sevimli keçe külahından ve’’ bu kadar adamı bunsuz yönetemezsin’’ esprisini yaparak bir kırbaç armağan getirmişti.Ama asıl çabası güzel ama yoksul düşmüş ülkesinin koyunlarının ne kadar doğal beslendiğini,dağlardaki kekik kokularının etlerine nasıl sindiğini anlatarak beni oraya yönlendirmekti.Sovyetler döneminin dünya çapında bu ünlü sinemacısının bu çabasını göz ardı etmeyerek programa Kırgızistan’ı eklemiştim.
Almati’daki incelemelerimizi ve görüşmelerimizi birkaç gün içinde tamamlayarak Bişkek’e doğru yola çıktık .
Ama anlaşılan;
şoförümüz ve rehberimiz Ahıskalı Mustafa’nın başka planları vardı.Kendine özgü bir kurnazlığı yöntemleri ve taktikleriyle yaptığı oyalamalarla akşam olmadan Bişkek’e varmamıza engel oldu.Gele gele Kazakistan-Kırgızistan sınırındaki Kostagan köyüne (kolhozuna) gidebilmiştik.
SÜRGÜN AHISKALILAR’IN KOSTAGAN’DA ELLİ YILI
Mustafa bizi köydeki akrabalarına uğramaya ikna etti.Binali ve Gülali adlı iki genç yakınıyla bizi tanıştırdı.Eve gittiğimizde yaşlılar ve kadınlar tipik bir Anadolu konukseverliği ile sıcak bir karşılama yaptılar.Hemen yemekler hazırlanmaya ve sofralar kurulmaya başlandı.
Kazakistan’ın her öğünde bolca bulunan etli yemeklerinden doyasıya yerken bizim oturduğumuz büyük yer sofrasının biraz ilerisine küçük bir sofra daha kurdular.Ben acaba çocuklarımı oturtacaklar,onları da büyük sofraya alsak diye düşünürken iki yaşlı adam içeri girdi ve sofraya oturdu.
Meraklı bakışlarımızı fark eden evsahiplerimiz ‘’Bunlar bizim Rus işçilerimiz ‘’diyerek bizi aydınlattı.Ancak bu bilgi merakımızı azaltacağına, arttırmıştı.Anlatılanlara göre bağımsızlıkla birlikte yerli toplumlar siyasette ve yönetimde üstün ve egemen konuma geçmiş,Ruslar ayrıcalıklarını yitirmişlerdi.Çoğu Rus anayurtları Rusya’ya dönüyor ,gidecek yerleri olmayan çoğu eski kuşak Rus göçmenleri bu yaşlı Ruslar gibi yaşam savaşımı veriyorlardı.
Rus işçilerine kaç tenge ücret verdiklerini sorunca yanıt yine şaşırtıcıydı.’’Ne parası,üç öğün yemek veriyoruz ya’’.Ayrıca gülerek herhalde ikramiye niyetine birer şişe votka verdiklerini de eklediler.Anlaşılan eski efendiler şimdi köle durumuna gelmişlerdi.Yeni efendiler biraz da eski çektiklerinin acısını doğrudan muhatap oldukları oldukça kuşkulu bu yaşlı adamlardan çıkarmanın saklanamayan gururnu yaşıyorlar,kendilerine göre alicenaplık da yapıyorlardı.
TÜRKİYE PADİŞAHI DEMİREL’E DEYİNKİ
Yaşlı Ruslar yemeklerini yiyip,votka şişelerini koltuklarının altına alarak,kaldıkları kulübeye yönelirken biz de kurulan soframızda yemeğe başladık.Anadolu lezzetlerini toplayan sofra kaldırılırken ,koyu bir çay,kahve söyleşisi başlamıştı.İki yaşlı amca sürekli konuşuyor başlarından geçenleri anlatıyorlardı.Gülali ve Binali susmuşlar ,ancak bir şey soruldukça konuşuyorlardı.Bizim şoför Mustafa da zaten pek konuşmayı seven bir tip değildi ama yine de kendince önemli konularda maydonoz olmayı da seviyordu.Kadınlar ise getir-götür hizmetleriyle meşguldü.
Yaşlı amcalar ‘’Stalin bizi hayvan vagonlarına bindirdi,bizi töke töke buralara getirdi’’ diye anlatıyordu.65-70 yaşlarında gösteren amcalar sürgünüonlu yaşlarında yaşamış olsalar gerekti.Töke töke derken zorlu kış aylarında yollarda verdikleri kayıpları vurguluyorlardı.Bu acıklı sürgün öykülerini anlatırken unuttukları olursa kendi aralarında Kürtçe konuşarak belleklerini tazeliyor, sonra yine bize Türkçe anlatıyorlardı.Konuşmaları arasında sık sık Aspinza ve Ahalkelek adları geçiyordu.Bunlar Ahıska’nın güney ilçeleri olup,köyleri o taraftaydı.Mustafa’ların ailesiyle kız alıp vererek sürgünde akraba olmuşlar kaynaşmışlardı.
Ahıska ve sürgünle ilgili anlatılanlardan sonra en hararetli konu olan ‘’dönüş’’e gelindi.Birkaç yıl önce Tatarlar Kırım’a dönmeye başlamış ve tüm güçlüklere karşın büyük ölçüde başarmışlardı.Oysa Ahıskalılar’da bazı çabalara karşın alınan bir sonuç yoktu.
Yaşlılardan biri siyasal durumu ‘’Rasiya Padişahı Yeltsin diyeseki’’ sözleriyle aktarmaya başladı.Yeltsin ‘’Sizi buraya biz sürmedik,Stalin sürdü,tamam bizim trenlerle geldiniz,dönüş için tren biletleriniz bizden’’diyormuş.Ama’’torpaklarınız bizde değil,Sovyet İttifakı dağılınca Groziya’da kaldı.torpaklarınızı,Giroziya Padişahından alacaksınız’’diye ekliyormuş.
Bunları aktaran yaşlı amcalar büyük bir ciddiyetle bana dönüp dileklerini bildirdi:’’Türkiye’ye dönünce Türkiye Padişahı Süleyman Demirel’e deyinki topraklarımız Groziya’dadır.Groziya Padişahı’ndan topraklarımızı istesin ki biz de dönek’’.Nasıl olsa tren biletleri Yeltsin’den bir nal bulundu.Geriye üç nal ile bir at kalıyor. Omuzlarıma yüklenen bu büyük görev altında biran ezilip kalacağımı sandım.Ama çabuk toparlanarak elimden geleni yapacağıma söz verdim.Bu arada dönüşle ilgili herkesin aynı düşünüp düşünmediğini anlamaya çalıştım.
1989 Fergana olaylarından sonra Ahıskalılar Özbekistan’dan çıkarılmış , Rusya,Kazakistan ,Kırgızistan,Azerbeycan ve Ukrayna’ya dağılmışlardı.Ancak sadece anayurtları onların Gürcistan’ın Ahıska bölgesine dönemiyorlardı.Bunun için birçok ekonomik ,siyasal ,kültürel ,sorunlar ve engeller vardı.
Yaşlılar ki bunlar 51 yıl önceki sürgünü akılları erecek yaşlarda yaşamışlar,sürüldükleri toprakları tanımışlardı.Onlara göre Dünya’da Ahıska’dan daha güzel bir yer olamazdı.Mutlaka oraya dönmeli,orada ölmeliydiler.
Gençler ise farklı düşünüyorlardı.Onlar Ahıska’yı tanımıyorlar,bilmiyorlardı.Orada kendilerini bekleyen zorlukların da farkındaydılar.O yüzden pek istekli görünmüyorlardı.
Ahıskalı yaşlı amcalara verdiğim sözü Türkiye’ye dönünce tutmaya çalıştım.TRT’nin Avrasya Kanalı’nda Orta Asya ile ilgili programlar yapan bir profosör’ün konuğu olarak bu gezi izlenimlerini ve bu arada Ahıskalılar’ın beklentilerinianlattım.O zaman Cumhurbaşkanı olan Ahıskalı amcaların tabiri ile Türkiye Padişahı olan merhum Demirel bu çağrılarımı duydumu bilemiyorum ama Kırım Türkleri ile ilgili bazı destek çabalarını izledim ama Ahıskalılar’ın beldelerine dönüşü ile ilgili bir şey yapılamadığı,ancak Türkiye’ye kabulleriyle ilgili bazı çalışmaların yürütüldüğünü izledim.Herhalde Ahıska’ya dönüşle ilgili uygun koşullar oluşmamış,bu konuda onlarda da güçlü bir toplumsal irade ortaya çıkmamıştı.
KARABALTA VE 1989 FERGANA OLAYLARI
Ertesi sabah Gülali ve Binali Kostagan’ın da bağlı olduğu Karabalta kasabasına gideceklerdi.Yine etin bolca olduğu güçlü bir sabah kahvaltısının ardından onlara katıldık.
Karabalta çevresindeki dağlarda Ali kardeşlerin anlattığına göre uranyum bulunuyormuş ama Sovyetler dağıldığından beri bu yataklar işletilemiyormuş ama radyasyon yaymaya devam ediyormuş.Karabalta’da Gülali’nin ikinci bir eşi varmış,Gülali fırsat buldukça bu Özbek eşini ziyaret ediyormuş.Bu vesile ile konu açılınca Gülali’ye 199’da Özbekler’in Ahıskalılar’a saldırdığı ,katliam haberlerinin tüm dünyaya yayıldığı,onları yeniden bir sürgüne zorladığı Fergani olaylarını sordum.Beni şaşırtan bir ifadeyle Özbekler’in haklı olduğunu söyledi.Nasıl olur? diye sorduğumda ise Ahıskalılar’ın Ruslar’la içli –dışlı olduğunu,bu sayede iyi konumlara geldiğini,Özbekler’in ezildiğini ifade etti. Daha sonra alış-verişten dönen Binali’yi yalnız yakalayarak Gülali’nin yorumlarıyla birlikte aynı konuyu açarak görüşünü sordum.Gülerek Gülali’nin 2. Eşini ima ederek ‘’hanımköylü’’olduğunu söyledi ve bu acı konuyu kapattı.
20 YIL SONRA AHISKA’DA
Şimdi Kostogan’da yaşadığım bu sıcaklığını koruyan anıların ışığında yirmi yıl sonra Ahıska’ya geliyordum.Değişen bir şey yoktu.Ahıska’nın gerçek sahipleri ortada görünmüyor,Türkçe bir ses duyulmuyordu.
Gürcistan’ın ,2007 yılında Avrupa Konseyi’nin baskısı ile çıkardığı ‘’Dönüş Yasası’’ öylesine engeller ve güçlükler içeriyordu ki,Filistin’den Arakan’a,Somali’den Filipinler’e kadar bütün Dünya Müslümanları’nın ‘’hamisi’’kesilen ve 13 yıldır bitmek tükenmek bilmeyen bir propaganda yaygarısıyla kafa-beyin şişiren ve ütüleyen AKP iktidarı yanıbaşımızda Türkiye’ye bağlılıkları nedeniyle sürgünlerden sürgünlere giden ve başlarına gelmedik bela kalmayan bir Ahıskalı Müslümanlar’ın dönüşü yle ilgili hiçbir iş yapmıyor ,onları düş kırıklığına uğratıyor,Ahıska’yı mahzun bırakıyordu.
20 Temmuz 2015 günü geldiğimiz Ahıska’yı akşama dek gezdik.Sıcak ve basık bir havada dolaştığımız yerlerde aşina bir ses duyamadık.En çok akşamüzeri çıktığımız Ahıska Kalesi’nde kenti yukarıdan tarihsel bir yadigardan kolaçan ettik.Oradan indikten sonra burada daha fazla kalmak istemedik.Otogar’da bir minübüse binerek Borjomi’ye doğru yola çıktık.
Ahıska’ya veda ederken Türkiye’yi yönetenlerin üzerine vazife olmayan girişimlerle yakın coğrafyaları karıştıran çabalar ve verdiği olağanüstü zararlar yerine kendine bel bağlayan Ahıskalıların yurtlarına dönüşüne yardımcı olmalarını diliyorum.Yanlış politikalarla Suriye’de yerinden yurdundan edilen milyonlarca kaçgınla uğraşmak yerine hiç olmazsa Ukrayna’da taraf olmadıkları bir içsavaşın tam içine düşen birkaç bin Ahıskalı’yı yurtlarına getirerek yerleştirmek koskoca Türkiye için çok mu zor diye düşünüyorum.
Yorumlar